NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
عَبْدُ
اللَّهِ بْنُ
مُعَاوِيَةَ
الْجُمَحِيُّ
حَدَّثَنَا
ثَابِتُ بْنُ
يَزِيدَ عَنْ
هِلَالِ بْنِ
خَبَّابٍ
عَنْ عِكْرِمَةَ
عَنْ ابْنِ
عَبَّاسٍ
قَالَ قَنَتَ
رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
شَهْرًا
مُتَتَابِعًا
فِي الظُّهْرِ
وَالْعَصْرِ
وَالْمَغْرِبِ
وَالْعِشَاءِ
وَصَلَاةِ
الصُّبْحِ
فِي دُبُرِ
كُلِّ
صَلَاةٍ
إِذَا قَالَ
سَمِعَ اللَّهُ
لِمَنْ
حَمِدَهُ
مِنْ
الرَّكْعَةِ
الْآخِرَةِ
يَدْعُو
عَلَى
أَحْيَاءٍ
مِنْ بَنِي
سُلَيْمٍ
عَلَى رِعْلٍ
وَذَكْوَانَ
وَعُصَيَّةَ
وَيُؤَمِّنُ
مَنْ
خَلْفَهُ
İbn Abbâs (r.a)'dan;
demiştir ki:
"Resulullah
(s.a.v.) bir ay aralıksız öğle, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarında, her
namazın sonunda sonuncu rekatte (semiallahu limen hamideh) deyince kunut yaptı.
(Bu kunutta) Beni Süleym kabilelerine, Ri'l, Zekvân ve Usayya'ya beddua eder,
arkasındakiler de "âmin" derler(di)."
İzah:
Ahmed b. Hanbel, I,
301.
Hadis-i şerif metninde
işaret edilen kunuta sebeb tarihde Bi'ru Mâune faciası denilen vak'adır. Bu
vak'ada kurrâ denilen yetmiş Kur'an öğreticisi şehid olmuştur.
Tarih ve Meğazi
kitablannda hayli tafsilatlı bir şekilde yer alan bu hâdisenin özeti şudur:
Hicretin 4. senesi
Kilâb kabilesinden Ebû Bera adında bir adam Hz. Peygamber (s.a.v.)'le
görüşmüş, kendisine yapılan müslüman olma teklifini açık olarak kabul etmemekle
beraber, bu teklifi kabule meyilli görünmüştür. Bir rivayete göre, Hz.
Peygamber (s.a.v.)'e iki deve ile iki kalkan takdim etmek istemiş fakat bu
arzusu, "Ben müşrikten hediye kabul etmem" cevabı ile reddedilmişti.
Bunun üzerine adı geçen şahıs ResulüJlah'tan kabilesi arasında irşadda
bulunacak, onlara İslâmı öğretecek kimseler göndermesini istemiş, fakat
Resul-i Ekrem, "Ben Necid havalisinden endişe ederim, ben ashabımın
hayatından sorumluyum” karşılığını vermişti. Ancak Ebû Bera, gönderilecek
kişileri himayesine alacağını söylemiş, Resul-i Ekrem de ensârdan 70 kişiyi
oraya göndermişti. Bunların hepsi Suffe ashabındandı. Zühd ve takvanın timsâli
olan bu seçkin insanlar, gündüzleri odun toplayıp akşamleyin satarlar ve
geçimlerini bu şekilde te'min ederlerdi.
Bunlar "Bi'r-i
Mâ'une" (Mâ'une kuyusu)'ye kadar ilerliyerek orada konaklamışlar ve Heram
b. Milhânı, Amir b. Tufeyl'e göndererek Hz. Pey-gamber'in mektubunu ona
ulaştırmışlardı. Fakat Âmir, Heram'ı öldürtmüştü. Herâm (r.a.) ölmeden önce
vücûdundan akan kanları avuçlayip başına ve yüzüne gözüne sürmüş Allahü ekber.
Ka'be'nin Rabbine yemin ederim ki ben kazandım" demiş.
Âmir b. Tufeyl işin
büyüyeceğini anlayınca kendi kabilesini imdada çağırdı. Fakat onlar "biz
Ebu Berâ'nın tın anını bozmayız," diyerek reddettiler. Bunun üzerine
amir, Benû Süleym'den Ri'1-Zekvân ve Usayya'ya müracaat etti. Onlar bu
müracaatı kabul ederek âmir'in yanına koştular ve müslümanlara âni bir baskın
vererek onları kuşattılar ve Amr b. Ümeyye ile Ka'b b. Zeyd en-Neccârî
dışındakileri şehid ettiler. Bunlardan Amr b. Ümeyye'yi Âmir b. Tufeyî esir
etti ve "Annem bir köle âzad etmeyi adamıştı, ben de seni âzâd
ediyorum" diyerek serbest bıraktı. Ka'b b. Zeyd en-Neccârî (r.a.) ise,
ağır yara almıştı. Kâfirler nasıl olsa bu yaradan ölür diye bırakıp gitmişler
fakat o ölmemiş ve Medine'ye dönmüştü. Burada enteresan bir nokta Amr b. Ümeyye
kurtulduktan sonra Medine'ye dönerken Âmir b. Tufeyl'in kabilesinden
olduklarını söyleyen iki kişi ile karşılaşmış onlarla bir gölgelikte oturmuş
onların uyumasından istifâde ederek, şehid edilen arkadaşlarının intikamını
almak için her ikisini uyurken öldürmüştü. Durumu Resulüllah'a bildirince, onca
acısına rağmen fahr-i kâinat bunu hoş karşılanmamış "sen iki adam
öldürmüşsün, diyetlerini mutlaka ödeyeceksin" buyurmuştur.
Hz. Peygamber (s.a.v.)
tslâmı tebliğ için gönderdiği seçkin sahâbîlerinin şehid edilişini duyunca
fevkalâde müteessir olmuş ve bir ay müddetle bu katiller için beddua etmişti.
Bazı rivayetlerde ifâde
edildiğine göre Maûne kuyusu yanında kuşatılan müslümanlar, kendileri İçin
kurtuluş ümidi kalmayınca Cenab-ı Hakka sığınarak "Resul-i Zişân'a
selâmımızı iletecek senden başka kimse bulamayız. Ya Rabb! Selâmımızı sen
tebliğ et. Ya Rabb! Bizim tarafımızdan ona haber ver, biz sana kavuştuk, senden
razı olduk, sen de bizden razı ol" diyerek dua etmişler. Enes b. Mâlik
(r.a.)'in nakline göre Hz. Peygamber (s.a.v.) vak'a gününün gecesi Cibrîl-i
Emin vasıtasıyla durumdan haberdâr edilmiş ertesi gün kalkıp Allah'a hamd ve
sena ettikten sonra hadiseyi şöyle haber vermiştir: "Kardeşlerimiz
müşriklerle karşılaşıp şehid oldular. Ya Rab! Bizim sana kavuştuğumuzu ve
senden razı olduğumuzu senin nzanı kazandığımızı kavmimize tebliğ et, dediler.
Onların Allah'dan razı olduklarını, Allah (c.c.)'m da onlardan razı olduğunu
size haber vermek üzere ben elçiyim."
Bu bâbdaki hadislerin
tümü Hz. Peygamber'in vitir namazı hâricinde de kunut yaptığına delâlet
etmektedir. Bunlardan ilkinde üç, ikincisinde iki, üçüncüsünde ise, sadece bir
vakit namazdaki kunuttan bahs edilmesine rağmen, bu son rivayet, Efendimizin
günün beş vaktinde kunut yaptığını ortaya koymaktadır. Yalnız bu hadislerin
tümünde kunutun meydana gelen musibetler üzerine yapıldığı görülmektedir.
Ulemanın çoğunluğu belâ
ve musibet anlarında farz namazlarda kunut yapıp dua etmenin meşru olduğu
görüşündedirler. Böyle bir musibet olmadığı zamanlarda ise, öğle, ikindi,
akşam ve yatsı namazlarında kunutun yapılmayacağı konusunda yine tüm âlimler
hemfikirdirler. Fakat sabah namazındaki kunutta ihtilâf etmişlerdir. Yukarıda
sayılan vakitlerde kunut yapıldığım gösteren hadislerin neshedildiği ulemaca
kabul edilmiştir.
Bir grub ulema diğer
namazlardaki kunutların mensûh olduğu fakat sabah namazındakinin devam ettiği
görüşündedir. Ashab-ı Kirâm'ın büyüklerinden Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, İbn
Abbâs, Berâ b. Âzib (r.anhum)'in daha sonrakilerden İbn Ebî Leylâ, Hasen b.
Salih, İmam Mâlik, Evzâî, ve Şâfiîlerin mezhebi budur.
Bu görüşte olanlar,
üzerinde durduğumuz bâbm hadisleri ile Buharı'-nin Enes'ten rivayet ettiği
"kunut akşam ile sabah namazlarında okunurdu'1 mealindeki mevkuf hadistir.
Diğer hadis kitablarında da aynı mânâyı ifade eden rivayetler mevcuttur.
İbnu'l-Mübârek, İbn
Abbâs, Ebu'd-Derdâ, Ebû İshak ve Süfyan es-Sevrî'nin içinde bulunduğu bir grub
ise, önemli bir olay veya musibet olmadığı zamanlarda sabah namazında da
kunutun yapılmayacağı fikrindedirler. Bunların delillerinden bazıları
şunlardır:
Tirmizî, İbn Mâce ve
Ahmed b. Hanbel, Ebû Mâlik el-Eşcaî'den şöyle rivayette bulunmuşlardır: Babama;
"Sen Resulüllah
(s.a.v.) Ebu Bekir, Ömer, Osman (r.anhum) arkasında ve beş sene de Kufe'de Hz.
Ali (r.a.)'nin arkasında namaz kıldın. Onlar kunut yaparlar mıydı? dedim. (O
da bana:)
Oğulcuğum, O sonradan
ihdas edilmiştir, dedi. Nesaî'nin rivayetine göre, Ebu Mâlik'in babası:
Resulüllah (s.a.v.)'ın
arkasında namaz kıldım, kunut yapmadı, Ebu Bekir (r.a.)ın arkasında namaz
kıldım, kunut yapmadı... diyerek diğer râşid halifeleri de saymış sonunda da:
Ey oğulcuğum! O'bid'attir
demiştir.
İbn Hıbbân'm Ebû
Hureyre (r.a.)'den yaptığı rivayet de şu mânâdadır: "Resulullah (s.a.v.)
sadece bir kavnı için dua veya beddua edeceğinde sabah namazında kunut
yapardı."
Hatîb ve İbn
Huzeyme'nin Enes (r.a.)'den yaptıkları bir rivayet de aynen Ebu Hureyre'nin
rivayetine benzemektedir.
Aynı konuda Taberânî,
Beyhakî ve Hâkim'de de rivayetler mevcuttur.
Bu görüşte olanlar Enes
(r.a.)'ın "Resulüllah (s.a.v.) ömrünün sonuna kadar sabah namazındaki kunuta
devam etti'1 tarzındaki rivayetinin senedindeki Ebû Câ'fer er-Râzi sebebiyle
delil olamayacağını söylerler.
Hanefi ve Hanbelîler
sonraki görüşü, yani musibet olmadığı zamanlarda vitir haricindeki hiç bir
namazda kunut yapılmayacağı görüşünü kabul etmişlerdir. Ancak musibet anlarında
yapılacak kunut konusunda bazı ha-nefi kitablarında sabah namazı tahsis
edilmişken bazılarında imamın bütün cehrî namazlarda kunut okuyarak dua
edebileceği bildirilmektedir.
Durru'l-Muhtar'da
"Vitrin hâricinde kunut yapılmaz ancak musîbet hâli bundan müstesnadır.
Çünkü o zaman imam cehrî namazlarda kunut yapar, hepsinde kunut yapacağı da
söylenir" denilirken, Eşbah'da Gâye'den naklen "sabah namazında
kunut yapar" ibaresi yer almaktadır.
Ebu Cafer et-Tahâvî'nin
bu konudaki sözleri de şöyledir: "Zikrettiklerimizin sonunda sabit oldu
ki harb hâlinde de başka bir zamanda da kunut yoktur. Bu, Ebu Hanife, Ebu Yusuf
ve Muhammed'in görüşüdür.[Şerhu meânil-âsâr. I, 254.]
Hanefilere göre felâket
anlarında yapılması meşru olan kunutun sabah namazına has olduğu
anlaşılmaktadır. Tahtavî de Dürrü'I-Muhtar Haşiyesinde Bahr sahibinin
ifâdesini naklettikten sonra, "Onun Bahr'de, "Müslümanların başına
bir felâket gelirse îmam Cehrî namazlarda kunut yapar", şeklindeki sözü
bana öyle geliyor ki, müstensîhlerin hatasıdır. Doğrusu sabah namazı
olmalıdır," demiştir. Bahr sahibi îbn Nüceym'in el-Esbâh'da bu kunutu
sabah namazına hasretmiş olması Tahtâvî'nin sözüne güç katmaktadır.
Özet olarak denilebilir
ki Hz. Peygamber (s.a.v.) bazı felâket ve musibet anlarında günün beş vaktinde
de kunut yapmış, müslümanlar için dua, kâfirler için ise, beddua etmiştir. Bu
sahih hadislerle sabittir. İçlerinde Şafifle-rin de bulunduğu bir kısım ulema,
felâket anlarında yine aynı şeyin yapılmasını meşru görürler. Bunlara göre
normal zamanlarda bu vakitlerde kunut nesh edilmiştir. Ancak musîbet olsun
olmasın sabah namazında kunut yapılır.
Hanefilerle birlikte
bazı âlimlere göre ise, musîbet anlarında sâdece sabah namazlarında kunut
yapılabilir. Normal zamanlarda vitrin haricindeki hiç bir zamanda kunut
yapılmaz. Efendimizin kunutuna delâlet eden hadisler mensuhtur.
İbnu'l-Kayyim
Zâdü'l-Mead'de iki görüş arasında bir yoldan giderek şöyle der:
"Hz. Peygamber
(s.a'.)'in yolu sadece felâket anlarında kunut yapmak, normal hallerde terk
etmekti. Fakat bu sadece sabah namazına has değildir. Çokça o namazda kunut
yapması o namazda uzun şeyler okumanın meşru, gece namazına bitişik seher ve
icabet vaktine yakın oluşundan dolayıdır. Ayrıca o namaz Allah'ın gece ve
gündüz meleklerinin şahid olduğu meşhûd namazdır."
Şevkânî'nih tercihitde
İbnu'l-Kayyim'ınkinden farklı değildir. Şevkânî şöyle der: "Doğrusu,
kunutun felâket zamanlarına has olduğunu söyleyenlerin görüşüdür. Ancak o
belirli bir namaza mahsûs değildir."
İbn Abbâs (r.a.)'den
rivayet edilen bu üzerinde durduğumuz hadis, imamın kunutta yaptığı duaya
cemaatin âmin demesinin caiz olduğunu gösterir. Ebû Davud'un ifâdesine göre
Ahmed b. Hanbel kunut sorulunca; "İmamın kunut yapıp, cemaatin âmin demesi
hoşuma gider," demiştir.
Bu hadisin delâletinden
ve Ahmed b. Hanbel'in ifâdesinden kunutun cehrî olması gerektiği ortaya çıkar.
Çünkü cemaatin duayı duymadan "âmin" demesi pek tasavvur edilemez.
Muhammed b. Nasr'ın Ebu Osman en-Nehdî'den rivayet ettiği şu haber de
yukarıdaki görüşü güçlendirmektedir: "Sabah namazında Ömer (r.a.)'ın sesi
mescidin arkasından işitilirdi."
Mâlikîlerle Evzâî,
kunutun gizli olacağını söylerler.